Biliyordum;daha bir çok sefer ağzım açık olanları izleyeceğimi,her bitişte yeni bir başlangıca adım atacağımı,kapandı sandığım kapının bana başka kapıları sunmak için kapandığını,aniden-birden bire değil de adım adım adem olacağımı, yavaş yavaş adam olup insanlığın asıl amacını kavrayacağımı, insanlığın vazifesinin kendine verileni en iyi şekilde işleyip sunması gerektiğini…
Evet,hepsini gayet iyi biliyordum.Doğrusu bilmek ne haddime? Hissediyordum ama benim anlamadığım neden bile bile kendimi attım o karanlık kuyuya?Neden zehir ettim o benim sandığım nefesleri kendime? Gökteki yıldız gibi parlamak için mi ya da tehlikeli sanılan bir ilacı içimde sakladığım için mi?
Her ikisi de olabilir.Neticede her kuyuya düşen ölecek diye bir kaide yok değil mi?Hz.Yusuf değil miydi zaten kuyuda Rabb’ine sığındığı gibi zinadan da Rabb’ine sığınıp Mısır’a sultan olan,Hz.İbrahim değil miydi ateşe atılırken Rabb’ine güvenip serinliğe ulaşıp alevlere haram olan,Hz Eyyüb değil miydi hasta döşeğinde “Rabbim seni zikredememekten korkuyorum.”deyip şifaya kavuşan,Hz.Musa değil miydi kavmiyle yolun sonuna geldiğini sanıp kendisine denizin ortasından yeni yollar açılan.
Cevap bu kadar net,basit ve açıkken nasıl göremedim gözümün önünü?Belki de zor ve dolambaçlı yollara maruz bıraktığım içindir özümün özünü.
Şimdi de soracaksınız bana “öz de neyin nesi”diye.Kasaslar deryası önünde,dal içine,gör o neyin nesiyle.Haberin olsun,cevap bizzat sorunun içinde.