“Eskiden huzurla doğardı burada yeni gün” dedi ihtiyar, sakin ve hoş sesiyle. Etrafı zamanın izleriyle sarılmış mavi gözleri, puslu göğe bakıyordu. “Eskiden…” dedi. Sesi bu defa dertli. “Eskiden yoktu dükkanımın önündeki şu koca bina. Uzaktaki dağlar görünürdü. İnsanlar dinlerdi birbirini. Dostluk diye bir şey vardı bir zamanlar. İşte o zamanlarda, dağların arasından, pembeler içinde doğardı yeni gün. Her saniye değişirdi. Dağların tepelerini aydınlatıncaya dek yükselirdi. Pembe günün içinde, dağların yeşili belirirdi. Sadece gün doğmazdı anlayacağın, huzuru da yanında getirirdi.”
Sustu. Çay ocağının önünde, ahşap taburede, tam yanımda oturuyor değildi sanki. Geçmişte geziyordu zihni. Yaşlı gözlerinde özlemin en güzel resmi…
Ağır hareketlerle kalktı sonra. Çaya bakmak için girdi içeriye. Elinde iki çayla geldi tekrar geri. Birini bana uzattı. Dumanı üstünde… Yavaşça oturdu yine aynı yere. Kırışık dudaklarının arasından, çeşitli duyguların eşliğinde karıştı havaya birkaç yeni cümle: ” Eskiden işte. Adı üstünde. Eskiden…”