Ah zavallı bizler…
Ne kadar değerli şu saçma hayatta.Her şeyimiz ona bağlı.Planlı,programlı…Sabah bunu yapacağım,akşam şunu, şu gün burdayım, bugün buradayım.Hep bir zaman yönetimi yapma çalışması. Hep bir koşuşturma. Evet zaman çok değerli ve iyi yönetilmesi gerekiyor. Fakat bu kadar telaş, koşuşturma fazla değil mi? Hem Oğuz Atay’ın dediği gibi ”Bir koşuşturma durmadan bir şeylerle uğraşma…Neden koşuyorduk, acelemiz neydi?” Sahi ya neden koşuyorduk? Geç kalmamak için mi bazı şeylere? Ah… Ne kadar koşarsak koşalım illaki bir şeylere ve birilerine geç kalıyoruz. Her şey zamanında güzeldir,diye bir söz vardır; bunu da hiç anlamam ben, muhakkak zamanında güzeldir fakat biz bir şeyin vaktinin gelmiş olduğunu veya o zamanın doğru zaman olduğunu nasıl bileceğiz! Büyük ihtimalle bilemeyeceğiz ve işte bu yüzden ya birilerine geç kalacağız ya da birilerine zamansız varacağız. Ziyanı yok, alıştık artık zamanı tutturamamaya ama hiç olmazsa o birilerini tutturalım.
Zamanın bir de başka formunu ele alalım.Zaman; geçmiş, şu an ve geleceği içinde barındırır. Ne kadar biz ”şu anı” anında yaşayamayıp onu bir maziye dönüştürerek özlem ve keşkeler ile yaşıyorsak geleceği de hayallerle yaşıyoruz. Hala bugünün, dünün yarını olduğunu fark edemeden yarınların hayalini kuruyoruz. Oysa ki anı anında yaşasak geçmişi sadece özlem ile anarız fakat biz hep keşkeler biriktiriyoruz. Sonra da o keşkelerin içine sıkışıp kalıyoruz. Geçmişin karanlığında soğuruluyoruz resmen. Bu döngüyü bozamaz mıyız acaba? Mesela hayallerimizi gerçekleştirmek için yarını beklemesek. Hemen ayağa kalksak. O zaman da şöyle bir sorun çıkıyor. ”Hemen şu an ayağa kalkabilmek için o güç nerede?” İşte onu ben de bilmiyorum. Bulunca bana da haber verin ama şunu çok iyi biliyorum. Biz yaşamak için ayağa kalkmayı göze alamıyor veya o gücü bulamıyorsak kendimizde, sonuçlarını da acımasız bir şekilde tükenip biten zamana yükleyemeyiz. Çünkü zamanın olayı bu, biz farkına varmadan akıp gitmek. Burada da şöyle bir söz var. ”Zaman her şeyin ilacıdır.” Evet, buna katılıyorum. Bazen geçen zamandan bile (geçmişten) kurtulabilmek için gelecek zamanlara ihtiyacımız var. Bazen de o zamanını bilmediğimiz gidiş-gelişleri yapabilmemiz için de zamana ihtiyacımız var. Peki bu zamanın korkutucu akışı içinde yine Oğuz Atay’ın sorduğu ”Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?” sorusuna nasıl cevap vereceğiz.
Ben zamanın iki formuna da cevap veriyorum. Evet, intihara girer. Hem de en çetrefillisinden. Ah zavallı bizler her şeye yetişebilmek için bu kadar koşarken olay duygulara gelince birden duruyoruz. Daha erken diyoruz. Neye, kime göre ya bu erkenlik. Sonra da işte o en korktuğumuz oluyor, geç kalıyoruz. Ben geç kalmaktansa erkenliği tercih ediyorum. Zaten biz o erken varışların acısını çıkarmasını da iyi beceriyoruz. Ama en azından bu sefer ilaç olarak verebileceğimiz bir zamanımız kalsın. Bu zamanı da yaşatmak bizim elimizde ve ne kadar zor olsa da yaşam güzel. Ona bunca zaman geç kaldık bari bu seferlik yarınlarımızı bugünlere çekelim ve geçmişin karanlığına bir kibrit çakalım.
CARPE DİEM ve GEÇ KALMIŞLIĞIMIZA